Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yargıcı Rıza Türmen, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarının Erdoğan’ın ziyaretlerine eşlik etmesini eleştirdi. Türmen, “Artık Yargıtay da, Danıştay da, Sayıştay da en doğru, en adil kararları verseler bile dış görünüş bakımından tarafsızlıklarını yitirmişlerdir. Örneğin Cumhurbaşkanı tarafından basın mensuplarına hakaretten açılmış dünya kadar dava vardır. Şimdi bu davalı kişiler Yargıtay’a gittiklerinde deseler ki, “ben bu Yargıtay’ın tarafsızlığına inanmıyorum çünkü Yargıtay başkanı gidiyor Cumhurbaşkanı ile gezilere katılıyor, alkışlıyor” çok haklı olurlar. Ve bunu AİHM önünde ileri sürerse davayı da kazanır” diye konuştu.
Türmen, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili olarak, “İptal davası açılmıyorsa AYM yolu da kapalı, bunu görmek lazım. Çünkü bireysel başvuru bakımından Anayasa Mahkemesi İşleyişi Hakkındaki Kanun çok açıktır. Orada der ki, ‘yasama tasarrufları, buradan doğan hak ihlalleri bireysel başvuru konusu olamaz.’ O zaman yapılması gereken şey AYM’ye gitmeden doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmek”
Yüksek Yargı Başkanlarının Gezilere Katılması Bir Skandaldır
Evrensel’den Serpil İlgün’e konuşan Rıza Türmen’in konuya ilişkin açıklamaları şöyle:
Muhalefetin sert eleştirileriler yönelttiği Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarının Cumhurbaşkanının gezilerine katılmasını deneyimli bir hukukçu olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir skandaldır. AİHM kararlarında yargıcın tarafsızlığının bir ölçütü de şudur, tarafsızlık dışardan da görülmelidir. Dış görünüm çok önemlidir. Yani yargılanan kişinin kafasında yargıcın tarafsızlığı konusunda bir kuşku uyanmamalıdır. Kuşku uyanırsa AİHM buna bakar, “kuşku neden kaynaklanıyor, haklı bir kuşku mudur” diye inceler. Onun için dış görünüm çok önemlidir. Yargıç tamamen tarafsız olsa bile, kararları son derce adil olsa bile, dış görünüm bakımından tarafsızlık görümünü veremiyorsa, bu tarafsızlık ilkesinin ihlalidir. Bu İngiliz hukukundan gelme bir ilkedir. İngiliz hukukunda meşhur bir değiş vardır, “adalet sadece gerçekleştirmekle olmaz, aynı zamanda adaletin gerçekleştiği görülmelidir” der. Burada dış görünüş bakımından bunların tarafsızlığı bitmiştir. Artık Yargıtay da, Danıştay da, Sayıştay da en doğru, en adil kararları verseler bile dış görünüş bakımından tarafsızlıklarını yitirmişlerdir. Örneğin Cumhurbaşkanı tarafından basın mensuplarına hakaretten açılmış dünya kadar dava vardır. Şimdi bu davalı kişiler Yargıtaya gittiklerinde deseler ki, “ben bu Yargıtayın tarafsızlığına inanmıyorum çünkü Yargıtay başkanı gidiyor Cumhurbaşkanı ile gezilere katılıyor, alkışlıyor” çok haklı olurlar. Ve bunu AİHM önünde ileri sürerse davayı da kazanır. ABD’de Obama içeri girdiğinde ayağa kalkmayan sadece yargıçlardır. Yargıçlar cumhurbaşkanı önünde ayağa kalkmazlar. Çünkü onlar bütün yürütmenin tasarruflarını kontrol eder, bunun sınırlarını çizerler.
Yargıtay Başkanı Cirit’ten, “Devletin başkanıyla birlikte olmak onurdur. Ayrıca protokol gereği bu gezilere katılıyoruz” açıklaması geldi…
Cumhurbaşkanı ile geziye gitmek, çay toplamak, alkışlamak protokol görevi değildir. Kaldı ki bu cumhurbaşkanının tarafsız bir cumhurbaşkanı olduğu iddia edilebilir mi? Tarafsız bir cumhurbaşkanı olsa bile, yürütmenin başıdır aynı zamanda. Yürütmenin başıyla yargıçların hiçbir işi olmaması lazım.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da şu savunmayı yaptı:“28 Şubat döneminde de yargıçlar Genelkurmay’a gidip brifing alıyorlardı. Hiçbir hukuk devletinde, Cumhurbaşkanı ile Danıştay veya Yargıtay başkanları bir araya geldi diye, yargı bağımsızlığını kaybetti, denilemez!”
O da çok yanlıştı. Yargıcın ne işi var brifinglerde? Ne denirse densin, yargı tarafsızlığını kaybetti burada. Burada ileri sürülecek iddia, dış görünüm bakımından verdiği görünüş nedeniyle tarafsızlığını kaybettiğidir.
AYM Yolu Kapalı, Doğrudan AİHM’e Başvurulmalı
AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması teklifinin CHP desteği ile kabul edilmesinin ardından şu soruların yanıtı aranıyor: “Bundan sonra ne olacak”, “kaç milletvekiline dokunulacak?” “Ara seçim gündeme gelebilir mi, süreç nasıl işler?”HDP ve CHP’li vekillerin Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruları oldu. AYM’nin önümüzdeki günlerde başvuruları gündeme alacağı belirtiliyor ama önce, dokunulmazlıkların CHP desteği ile kaldırılmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Bu hakikaten birlikte yaşama isteğine tuz biber ekecek. Bu siyaseten son derece yanlış bir şey. Kürt meselesini mümkün olduğu kadar siyasetin içine çekmek lazım, siyasetin dışına değil. Peki nasıl çözeceksiniz Kürt meselesini? Nedir formülü? Kaç kişi öldürebilirsin? Herkesi nasıl öldürürsün? Bu çözüm değilse, nasıl çözeceksin? Kürt milletvekillerini Meclis’ten atarak mı çözeceksin? Bu akıl almaz bir yanlıştır.
CHP’nin tutumuna gelince, hiç anlayamadım doğrusu. Çünkü söylenen şey neydi, “bu iş yanlıştır, Anayasaya aykırıdır.” Doğru. “Ama biz evet vereceğiz!” Neden? Sayın Kılıçdaroğlu bunu söyledi, “Çünkü referanduma gidildiği taktirde bu toplumu bölecektir.” Referandum sınırı aşıldı, ortada ne kaldı? Ortada CHP’nin de hukuka aykırı olduğunu kabul ettiği bir anayasa değişikliği kaldı. Peki o zaman niçin CHP buna karşı niçin iptal davası açmıyor ya da 111 milletvekilinin iptal davası açmasına izin vermiyor? Bunu anlamak mümkün değil. Tutarlı olmak bakımından da anlamak mümkün değil. CHP Türkiye’ye bütüncül bir yeni Türkiye projesi sunmadı. Yani taktiksel hesapların dışında daha uzun vadede, daha stratejik düşünmek ve insanlara başka bir Türkiye projesi sunabilmek çok önemli.
İzlenecek yollar konusunda da çeşitli yorumlar var. Belirttiğiniz gibi Kılıçdaroğlu AYM’ye iptal başvurusu için (HDP hariç 52 milletvekilinin desteğine ihtiyaç var) CHP’den imza desteği isteyen HDP’nin talebini geri çevirdi. Bunun üzerine AYM’ye bireysel başvurular yapıldı ama bireysel başvurularla sonuç elde edilebilinir mi?
İptal davası açılmıyorsa AYM yolu da kapalı, bunu görmek lazım. Çünkü bireysel başvuru bakımından Anayasa Mahkemesi İşleyişi Hakkındaki Kanun çok açıktır. Orada der ki, “yasama tasarrufları, buradan doğan hak ihlalleri bireysel başvuru konusu olamaz.” O zaman yapılması gereken şey AYM’ye gitmeden doğrudan doğruya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmek. AİHM’de de iç yargı yolunu tüketmek gerekmez. Onun için bu kabul ettirilebilir. Burada bir mesele daha var, milletvekillerine henüz daha dokunulmadı. Dokunulmadığına göre mağdur sıfatı doğmadı denebilir ama nasıl olsa dokunulacaktır. Kanun dokunulmasını emrediyor. O yüzden burada potansiyel mağdur meselesi vardır. Onun için AİHM’de bu dava kazanılır.
Tasarlanan Anayasa, Dayatmacı Bir Anayasadır
Binali Yıldırım başkanlığındaki 65. Hükümet, anayasa ve başkanlığın öncelikli hedefleri olduğunu ilan etti. Bunun üzerine, aralarında sizin de olduğunuz milletvekilleri, aydınlar, gazeteciler, akademisyen, emek ve meslek örgütü temsilcileri “bu ortamda anayasa yapılmaz” başlıklı bir bildiri yayınlandı. Anayasanın yapılmasına ilişkin temel kaygınız nedir?
Öncelikle, böyle bir savaş sürerken hangi anayasayı yapıyorsunuz? Nasıl bir anayasa istiyorsunuz? Hangi amaçla yeni bir anayasa istiyorsunuz? Bence bunlar çok önemli. Dayatmacı bir anayasa mı istiyorsunuz, uzlaşmacı bir anayasa mı istiyorsunuz? Anayasa uzlaşmalara dayanır. Toplumsal sözleşmelerdir. Onun için Türkiye’de yaşayan bütün yurttaşların kendini bulabileceği bir anayasa olması lazımdır. Katılımcı bir süreçle yapılması lazımdır ki, insanlar bu anayasayı benimseyebilsin, anayasa uzlaşma getirebilsin vs. Şimdi bir parti kendi parti meclisinde, kendi parti binasında hazırladığı bir anayasayı küt diye halkın burnuna dayıyor. Bu bir dayatmacı bir anayasadır. Bu toplumda uzlaşma sağlamaz. Olsa olsa toplumda gerginliği arttırır. Bu anayasa Türkiye’ye daha çok demokrasi getirmek, barış uzlaşısı sağlamak amacıyla mı yapılıyor, yoksa tek bir adamın iktidarını pekiştirmek amacıyla mı yapılıyor?
Uzunca bir süredir anayasa değişikliği dendiğinde akla ikincisi geliyor.
Tabii. Anayasa değişikliği sadece başkanlık meselesine sıkışmış durumda. Halbuki 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulmak, onu değiştirmek lazım. Nereleri sakat, nerelerini değiştirmek lazım, onları konuşamıyorsunuz. Çünkü başkanlık tıkacı milletin boğazına tıkılmış durumdadır. Dolayısıyla canhıraş bir şekilde diktatörlüğü önlemeye çalışıyorsunuz.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz’dan ilginç bir açıklama geldi. “Hiç kimse başkanlık sisteminden bahsederken bir rejim değişikliğinden bahsetmiyor. Türkiye’de bizim bahsettiğimiz hükümet sistemidir. Sistem ile rejim farkı şeylerdir” dedi. Bu sözleri nasıl değerlendirdiniz?
Siz başkanlık sistemi mi, yoksa parlamenter sistem mi tartışmasından bahsediyorsanız bu bir hükümet sistemi sorunudur. Hükümet sistemi tartışmasıdır. Ama siz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin getirdiği başkanlık sisteminden bahsediyorsanız, bu bir rejim sorunudur. Çünkü Türkiye’deki rejim değişiyor. Bu başkanlık önerisinin kabul edilmesiyle Türkiye demokrasiden çıkacak, demokrasi olmayan başka bir rejime geçecektir. O nedenle rejim tartışması var ortada.
Partili Cumhurbaşkanlığı’nda Çift Başlılık Daha Fazla Olacak
Partili cumhurbaşkanlığı daha ağırlık kazanan bir seçenek gibi görünüyor. Partili cumhurbaşkanlığı Erdoğan’ın sürekli atıf yaptığı ve başkanlık gerekçesini dayandırdığı çift başlılık sorununu çözecek mi peki?
Partili cumhurbaşkanlığı yarı başkanlık sistemi gibi olacaktır. Yarı başkanlık sisteminde yine cumhurbaşkanı elinde büyük yetkiler olacaktır. Tabi bunun bir problemi şu, başbakan olacak burada yine. “Çift başlılıktan kurtulmak için bunu yapıyoruz” diyor ama orda yine seçilmiş bir başbakan olacak. Yani çift başlılık daha fazla olacak. Nasıl kurtulacaklar bundan, o belli değil. Başbakan başka bir partiden olursa bu sistemin tıkanmasına yol açacaktır. Onun nasıl üstesinden gelinecek o da belli değil.
Burada başka bir şey daha var, Türkiye’de cumhurbaşkanın anayasada şöyle bir rolü var; o bütün milletin birliğini, ulusun birliğini temsil eder, tarafsızdır, siyasi partiler arasındaki çekişmelerde hakem rolünü oynar. Şimdi bütün bunlardan vazgeçiliyor. Cumhurbaşkanın tarafsızlığı değiştirilecek anladım ama cumhurbaşkanı ulusun birliğinin temsilcisidir, o hakem rolü ne olacak, ulusun birliği nasıl temsil edilecek? Hele şimdiki cumhurbaşkanı gibi bir siyasi partiyle kendini özdeşleştirmiş bir cumhurbaşkanı bütün ulusu nasıl temsil edecek?