Türkiye’nin 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaladığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, dönem dönem olduğu gibi yine en son AKP Genel Başkanvekili Numan KURTULMUŞ’un “Nasıl usulünü yerine getirerek imzalanmışsa, usulünü yerine getirerek sözleşmeden çıkılır” sözleriyle gündeme geldi. Çok daha önceden, başta iktidar olmak üzere birtakım çevrelerin hedefine koyduğu ve son olarak Kurtulmuş’un söylemiyle tekrar dile getirilen İstanbul Sözleşmesi’nde çıkılması taleplerine; kadınlar, hep bir ağızdan “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek cevap verdi.
İstanbul Sözleşmesi, 1. Maddesi’nde sözleşmenin maksatlarını sıralıyor. Buna göre bu sözleşmeye taraf olan devletler bakımından; kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak, kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak amaçlanan hedefler arasında sayılmış.
Sözleşme 5. Maddesi’nde bu amaçların yerine getirilmesi için imzacısı olan devletlere birtakım yükümlülükler yüklüyor. Bunların başında; imzacı devletlerin kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina etmeleri ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde hareket etmelerini temin etmeleri ve tarafların, devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen ve sözleşme kapsamı dahilindeki şiddet eylemlerinin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması ve bu eylemler nedeniyle tazminat verilmesi konusunda azami dikkat ve özenin sarf edilmesi için gerekli yasal ve diğer tedbirleri almaları geliyor. Sözleşme özelinde ise devlet çapında etkili ve kapsamlı politikalar ile kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulması, bunun için yeterli finansal kaynak ayrılması, sivil toplum kuruluşlar ve sivil toplumun bu mücadele rol almasının sağlanılması, kadınların erkeklerden daha aşağı düzeyde olduğuna ilişkin töre, gelenek ve diğer uygulamaların kökünün kazınması gibi birçok başlık barındırıyor. Bir anlamda imzacı devletlerden kadına yönelik şiddetten kaçınmaları, kadınların başta yaşam hakkını korumak adına tedbirlerin alınmasını sağlamaları, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı yasaklamaları bekleniyor. Taraflar, kadınları koruma yükümlülüğü altına giriyor ve kadınların görmüş olduğu her türlü şiddet ve ayrımcılıktan sorumlu tutuluyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının ardından 8 Mart 2012 tarihinde 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yürürlüğe girdi. İstanbul Sözleşmesi’ni esas alan bu kanun ile kadına karşı şiddetin karşısında gerek önleyici gerek koruyucu hükümler ile kadınların korunması amaçlandı. Ancak İstanbul Sözleşmesi ile birlikte özellikle yakın zamanda 6284 Sayılı Kanun da tartışmaya açıldı. Şiddet gören kadınların korunması amacıyla alınan tedbirler her nasıl olduysa bir kısım erkeği mağdur(!) etti ve yasanın kaldırılmasına ilişkin kampanyalar düzenlendi. Kadın düşmanlığı üzerinden beslenen söylemler ile kadınların mücadele sonucu elde ettiği kazanımlara göz dikildi.
Pratikte ise 6284 Sayılı Kanun gereği birçok kadın anılan koruyucu ya da önleyici tedbirlere başvursa dahi ne yazık ki her zaman olumlu bir karar verilmiyor. Koruma kararı alınsa bile devamında gelen tedbirsizlikler nedeniyle kadınlar devlet tarafından yeterince korunmuyor. Türkiye bir zamanlar ilk imzacılardan olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’nın uygulamasında gün geçtikçe geriye gidiyor. Mevcut kazanımlarla dahi kadına karşı şiddet vakalarında sayılar gün be gün artıyor. Yine de tüm bunlar karşısında şüphesiz İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun kadınlar için vazgeçilmez ve önemli bir dayanak oluşturuyor.
Kadına karşı şiddetin önlenmesi için bu denli kapsamlı bir sözleşmeye taraf olan Türkiye’de ise; şiddetten ölen kadınlar için tutulan dijital anıtın (anıtsayaç) verisine göre yalnızca 2020 yılında 141 kadın, erkek şiddeti sebebiyle katledildi. Son olarak kendisinden beş gün boyunca haber alınamayan Pınar GÜLTEKİN’in bir erkek tarafından canice katledildiği ortaya çıktı. İstanbul Sözleşmesi’nde düzenlenen bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi bir yana; birçok kadın, yargının faili koruyan tavrı karşısında dayanışma ile sesini duyurmaya çalışıyor. Bugün kadınların mücadelesi ile elde edilen ve başta siyasi iktidarın hedefinde olan kazanımlar, kadınların tavizsiz duruşu ile korunmaya çalışılıyor.
Mevcut tabloda kadına karşı şiddet konusunda sınıfta kalmış iktidar ve toplum, bugünün gerisine düşme ihtimalinde, kadınlara yaşam hakkı tanımıyor. Tüm bunların karşısında kadınlar bir ağızdan seslerini yükseltiyor : ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!’