Mimarlar Odası 4. Bilirkişilik Sempozyumu’nun sonuç bildirisinde yargı sistemi vbe ve bilirkişiler üzerindeki baskılara dikkat çekildi. Kentsel dönüşüm ve yatırım kararlarını gerçekleştirmek için bilirkişilik süreçlerine sürekli bir müdahalede bulunulduğuna yer verilen bildirgede, “Meslek odaları tarafından bilirkişilerin sicilleri tutulmalı, yanlış veya taraflı rapor veren bilirkişiler hakkında hukuki süreçler işletilerek gerekli cezai yaptırımlar uygulanmalıdır” denildi.
SAVUNMA HAREKETİ.ORG- Mimarlar Odası tarafından düzenlenen 4. Bilirkişilik Sempozyumu 7 – 8 Kasım 2014 tarihlerinde “Bilirkişilik ve Adalet” teması ile Adalet Bakanlığı, DSİ, TMMOB, TTB, kamu kuruluşları, siyasi parti temsilcileri, akademisyenler, gazeteciler, hukukçular, mimar ve mühendislerin katılımı ile Ankara’da gerçekleştirildi.
Sempozyum sonunda yayımlanan sonuç bildirgesinde mahkeme kararlarının uygulanmadığına dikkat çekilerek, “meslek odalarının bilimsel ve teknik uyarılarının dikkate alınmadığı” kaydedildi. Adalet ile bilirkişilik arasında doğrudan bir ilişki olduğunun ifade edildiği bildirgede, “Adaletin sağlanması için bilirkişi kurumunun sağlıklı işlemesi zorunluluğu bulunmaktadır. Bu bağlamda öteden beri bu alanın sorunları dile getirilmekte ve düzenlemeler yapılması ihtiyacı vurgulanmaktadır” denildi.
Son yıllarda yoğunlaşan “yargı bağımsızlığı”na müdahalelerin yoğunlaştığına dikkat çekilen bildirgede, şöyle denildi:
“Adaletsizliğe ve tartışmalı bilirkişi raporlarına neden olan bu sürecin niteliklerini anlamak, sağlıklı çözüm önerilerini ortaya koymak ve adaletin gerçekleşmesine katkı sağlamak için yasama ve yargının içinde bulunduğu durumu doğru değerlendirmek gerekmektedir.
Anayasalarda olağanüstü dönemlerde istisnai bir yetki olarak kullanılan Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisinin hükümete verildiği bir kanuna dayalı olarak 3 Mayıs – 3 Kasım 2011 tarihleri arasında çıkarılan 34 adet Kanun Hükmünde Kararname ile kamu yönetimi ve yönetim-yargı sistemi ilişkisi bakımından önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, kamuyu yakından ilgilendiren, kentlerde çok büyük rantlara konu olan imar ve inşaat alanlarında, Kanun Hükmünde Kararnameler ile sınırsız yetkiler verilmiştir.
Bu sınırsız yetkilerle gerçekleştirilen imar ve inşaat uygulamalarına karşı açılabilecek davaların yasa düzenlemeleriyle önüne geçilmekte, açılan davalar ise daha esasına girilmeksizin, bugüne kadarki yerleşik içtihatların aksi yorumlarla usul yönünden (ehliyet, husumet, süre vb.) reddedilmektedir.
Kanun Hükmünde Kararname düzenlemesiyle ülkedeki imar ve inşaat uygulamalarının baş aktörü olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı açılacak davaların da tarafı durumundadır. Taraf olan idare bu davalarda bilirkişilik yapacak kişilerin kriterlerini belirlemekle dahi yetkili kılınarak kendi aleyhine görülen davaların adeta yargıcı durumuna gelmiştir.
Kamu yararı, evrensel hukuk ilkeleri göz ardı edilerek özel durumlara ilişkin kanun hükümleri yürürlüğe konulmakta, en az 2.500 yıllık bir tarihi olan “hukukilik – kanunilik” ayrımı silinmektedir. Her “kanuni” olanın hukuki olmayabileceği açık iken, fiilen yasamanın bir kararı olmaktan uzak Kanun Hükmünde Kararnamelerin yargı denetimi dışında bırakılmaya imkan veren hükümleriyle hukuk düzeninden uzaklaşılmaktadır. Tam da bu noktada bireylerin hak ve özgürlüklerini siyasal iktidara karşı korumak ve güçler arasındaki dengeyi sağlamak işlevi olan Anayasa Mahkemesi, yasama iradesi dahi olmayan bu düzenlemeler hakkında, toplumun hak ve adalet duygularını örseleyen kararlar vermektedir.”
Yargı Kararına Uymama Kuralı
Yargı denetiminden korkularak hak arama yollarının kapatılmaya çalışıldığına ve kamusal menfaatleri gözeten meslek odalarının etkisizleştirilmeye çalışıldığına yer verilen bildirgede, yaşanan gelişmeler şöyle sıralandı:
“1-İktidar yargı sistemine, yargı kararlarına sürekli müdahaleler yapmakta, hukuk ilkeleri doğrultusunda karar veren yargıçlara çeşitli baskılar uygulanmakta, hatta tehdit ve hakaretler edilmektedir.
2-İdare, yargı kararlarına uymamayı kural haline getirmiş, hatta yargıya açıkça meydan okur duruma gelmiştir. Ve bundan dolayı yapılan suç duyuruları sonuçsuz kalmakta, yargı kararlarını yerine getirmeyen idare, hukuki soruşturma karşısında korunmaktadır.
3-Yargı süreleri uzun sürmekte ve geciken adalet hukuksuzluğun kaynağı haline gelmektedir. Birkaç yıl süren davalar nedeniyle geriye dönüşü mümkün olmayan zararlar doğmakta ve mağduriyetler yaşanmaktadır.
4-İçtihat haline gelmiş yargı kararları ile çelişen kararlar verilebilmekte ve kesinleşmiş yargı kararları değişebilmektedir.
5-Meslek odalarının dava açma ehliyeti yargı kararıyla kesinleşmiş olmasına rağmen bu kuruluşların dava açma yetkisi olmadığı yönünde kararlar verilerek ‘kent ve çevre suçu’ niteliğindeki yatırımların fiilen tamamlanması için zaman kazandırılmaktadır.
6-Son yıllarda özellikle ‘rant’ amaçlı ve genel olarak gündeme gelen yolsuzluklarla ilgili ortada somut deliller varken takipsizlik veya beraat kararları verilebilmektedir.
7-İnsan hak ve özgürlüklerinin hukuka aykırı çıkarılan yasalar ve yargı kararları ile sınırlanmasında bir sakınca görülmemektedir.
8-Yargı, ülkede muhaliflere yönelik uygulanmakta olan ‘cadı avı’nın bir parçası haline getirilmekte ve bunlar yeterli görülmezse şiddet ve zor kullanma yöntemleri kullanılmaktadır.”
Sipariş Rapor Sorunu
Kentsel dönüşüm ve yatırım kararlarını gerçekleştirmek için bilirkişilik süreçlerine sürekli bir müdahalede bulunulduğuna yer verilen bildirgede, “Bu koşullarda zaten sorunları olan bilirkişilik kurumu daha da sorunlu hale gelmiştir. Bunun sonucunda bilirkişilik yozlaşmaya başlamıştır. Bilirkişi seçimleri doğru ve objektif kriterlere göre yapılmamakta ve sipariş raporlar gündeme gelmektedir” denildi.
Bilirkişilerin ancak toplum yararı doğrultusunda ve bilimin rehberliğinde, hiçbir etki altında kalmadan sunacakları raporları ile adaletin gerçekleşmesine katkı sağlayabileceklerine dikkat çekilen bildirgede, bu ortamın sağlanması için yapılması gerekenler şöyle sıralandı:
“1-Adaletin sağlanmasına neden olabilecek bilirkişilik ortamının yasal dayanakları yeterli değildir. Bilirkişiliğin bağımsızlığını güvenceye alacak, var olan eksiklikleri giderecek ve sorunları çözmeye yönelik yasa düzenlemelerine gereksinim vardır.
2-Bilirkişilik bir meslek değil, mesleğini iyi bilenlerin bilgisini kamu adına mahkemelere sunması eylemidir. Bu nedenle bilirkişilerin bağlı oldukları Meslek Odası ile bağları güçlendirilmelidir.
3-Bilirkişilerin niteliklerini desteklemek, mesleki becerilerini geliştirmek, yeni yasa düzenlemeleri ve gelişmelerle ilgili bilgilerinin güncellenmesi için “Bilirkişi Eğitimleri” yaygınlaştırılmalı, sertifikası olmayanlar bilirkişi yapılmamalıdır.
4-Uzmanlaşmanın yaygınlaştığı günümüzde bilirkişilere eğitimleri mutlaka Meslek Odalarının vermesi koşulu aranmalıdır. Meslek Odaları hayata geçirmekte oldukları Sürekli Mesleki Gelişim Eğitim programları kapsamında nitelikli “Bilirkişi Eğitimi” vermektedirler.
5-Bilirkişi seçimini yapan komisyonlarda, uzmanlık alanlarını bilen Meslek Odaları temsilcileri mutlaka bulunmalıdır. Belirlenen listeler üzerinden sıra gözetilerek bilirkişi belirlenmelidir.
6-Meslek odaları tarafından bilirkişilerin sicilleri tutulmalı, yanlış veya taraflı rapor veren bilirkişiler hakkında hukuki süreçler işletilerek gerekli cezai yaptırımlar uygulanmalıdır.
7-Sürekli aynı bilirkişilere görev verilmesi ile oluşan bilirkişi tekelleri ortadan kaldırılmalı ve seçilen tüm bilirkişilere görev verilmesi sağlanmalıdır.
8-Belli bilirkişilere çok sayıda dosya verilmesi nedeniyle imzacılık yaygınlaşmakta ve raporların niteliği tartışmalı hale gelmektedir. İmzacılığın önüne geçmek için bilirkişi görevlendirilmelerine mutlaka sınır getirilmelidir.”