Kişiler arası ilişkinin en yoğun yaşandığı alanlardan biri olan sağlık hizmetleri beraberinde bir çok etik soru ve yasal düzenlemeleri de gündeme getirmiştir. Bu nedenle son yıllarda hasta hakları dünyada ve ülkemizde daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Hasta hakları insan haklarının tarihsel gelişim sürecinde 3. kuşak insan hakları içerisinde sayılmaktadır. Hasta hakları denilince aklımıza gelen en önemli haklardan biri de hastanın mahremiyet hakkıdır.
Mahremiyet dilimize Arapça’dan geçmiş bir kelime olup gizlilik, kişisel gizlilik anlamına gelen bir kelimedir. Mahremiyet hakkı, başkalarının erişiminden, toplumsal baskının istenmeyen ve kötü sonuçlarından kişiyi koruyarak özgürlüğünü sürdürmesini kolaylaştırır.
Mahremiyet konusunu bedensel ve kişisel bilgiler olmak üzere iki ana başlıkta incelemek mümkündür.
Hekimin hastanın mahremiyetini her zaman koruyacağı hususu Hammurabi kanunları ile tanımlanmış, Hipokrat yemini ile sağlamlaştırılmış ve günümüzde bir çok düzenleme ile yasal zorunluluğa bağlanmıştır. Hastalar hekimlere duydukları güven duygusu ile kendilerine özgü, başkalarıyla paylaşmayacakları sırları hekimleri ile paylaşır, en mahrem vücut bölgelerini hekimin etik kimliğine ve meslek ilkelerine bağlılığına güvenerek açarlar. Bu nedenle hekimler hasta ile olan ilişkilerinde etik ilkelere uygun davranmak, hastaların dini inanç ve düşüncelerine saygı göstermek, bireysel ve toplumsal hassasiyetlere dikkat etmek zorundadırlar.
Varolan uygulamalar hastanın bedensel mahremiyetine ilişkin ihlallerin daha çok ambulans hizmetleri sırasında, acil servislerde, polikliniklerde ve cezaevlerindeki muayenelerde olduğunu göstermektedir. Ambulans hizmetlerinde görev yapan sağlık profesyonelleri kendilerin bir bildirim geldiğinde çoğunlukla nasıl bir fiziksel ortamla karşılaşacakları ya da hastanın aciliyet düzeyinin ne olduğu konusunda tam bir fikir sahibi olamadan hastanın bulunduğu yere gitmekte ve doğal olarak çoğunlukla yardıma ihtiyacı olan hastaya bir an önce sağlık hizmeti verme gayreti içerisinde olmaktadırlar. Fakat bu esnada hastanın en özel durumlarına tanıklık edebilmekte, bazen banyoda yaralanan çıplak bir hastaya, bazen cinsel aktivite sırasında hastalanan bir kişiye müdahale etmek durumunda kalabilmektedirler. Tüm bu müdahaleler sırasında her vakanın içinde bulunduğu şartlara göre mümkün olabildiğince hastanın bedensel mahremiyetinin korunmasında da dikkat edilmelidir.
Unutulmamalıdır ki beden mahremiyeti yalnızca yaşarken değil kişi öldükten sonrada korunması gereken bir değerdir. Çünkü ölen kişi kendini ifade etme durumundan yoksun, sadece fiziki beden olarak var olsa da, yakınları ve sevdikleri için hala kişi olarak kabul edilmeye devam edilmektedir. Ayrıca herkes sırf insan olduğu için insan onuruna yakışır bir şekilde muamele görmeyi hak etmektedir. Ayrıca ölen kişinin mahremiyetini ihlal dolaylı olarak yakınlarının mahremiyet hakkının da ihlal edilmesine yol açabilir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus özellikle trafik kazalarında ya da adli vakalarda olay yerinde ya da acil servis girişlerinde basın mensuplarının hastaya ait görüntüleri alıp bunu medya aracılığıyla paylaşmasıdır. Bu gibi durumlarda da hastanın mahremiyetinin ihlal edilmemesi için azami çaba harcanmalıdır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması başlıklı 8 . maddesinde “Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.” denilmektedir.
Bedensel mahremiyetin korunması ile ilgili olarak ülkemizde yasa koyucu Hasta Hakları Yönetmeliğinin 21. maddesinde muayenenin, teşhisin, tedavinin ve hasta ile doğrudan teması gerektiren diğer işlemlerin makul bir gizlilik ortamında gerçekleştirilmesini, tıbben sakınca olmayan hallerde yanında bir yakınının bulunmasına izin verilmesini, tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin, tıbbi müdahale sırasında bulunmamasını hastanın mahremiyetine saygı gösterilmesi hakkı içerisinde düzenlemiştir.
Konuyla ilgili bir diğer yasa düzenleme ise Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği’nin 7. Maddesidir. Söz konusu düzenlemede “ Poliklinik muayenelerinde gizlilik prensiplerine riayet esastır. Burada, halkın gelenek ve ahlak kurallarına saygı gösterilir. Hastalar teker teker muayene edilir. Muayene esnasında poliklinik odasında tıp ve yardımcı tıp meslekleri personelinden başka kimsenin bulunmaması gerekir. Ancak hasta isterse ailesinden biri veya bir yakını bulunabilir” denilmektedir.
Hasta mahremiyetine ilişkin ihlallerin yaşandığı bir diğer alan ise cezaevleridir. Adalet, Sağlık ve İçişleri Bakanlığı arasında 19 Ağustos 2011 tarihinde imzalanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleri ile Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Protokol’ün 38/1. maddesi muayene sırasında güvenliği ve hasta mahremiyetini düzenlemektedir. Bu maddenin 4. fıkrasında,
Hastanelerde tutuklu ve hükümlüler için muhafazalı muayene odaları yapılıncaya kadar jandarma muayene odası içinde bulunur ve doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirini alır,
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 8 Nisan 1998’te kabul ettiği Cezaevinde Sağlık Hizmetlerinin Etik ve Organizasyonel Yönlerine İlişkin R (98) 7 No’lu Tavsiye Kararı’nın hastanın onamı ve hasta mahremiyetini düzenleyen 13.maddesine göre: Tutuklu veya hükümlülerin hasta mahremiyeti hakkı toplumun geneli ile aynı şartlarda gözetilmeli ve güvenceye alınmalıdır.
Aynı yönde Avrupa Konseyi İşkencenin ve İnsanlıkdışı veya Onur kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) gizlilik ve hasta mahremiyetine ilişkin belirlediği standartlara göre: *Cezaevinde de toplumda kabul gören tıbbi gizlilik gözetilmelidir. * Tutukluların tıbbi muayeneleri (gelişte veya daha sonra) cezaevi yetkililerinin duyamayacağı ve söz konusu doktor aksini talep etmedikçe, göremeyeceği şekilde yapılmalıdır. Ayrıca tutuklular gruplar halinde değil, ayrı ayrı muayene edilmelidir.
Türkiye Adalet Bakanlığı ile Avrupa Konseyi işbirliğinde hazırlanan Ceza İnfaz Sisteminde Sağlık Hizmetleri El Kitabı’na göre : ‘Hastaların yalnız olarak muayene edilmeleri deontolojik bir kuraldır. Ancak, hekim kendi güvenliği açısından muayene sırasında bir infaz koruma memurunun bulunmasını sağlayabilir.
1999 yılında yayınlanan Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’ndan tutuklu ve hükümlülere verilecek tıbbi yardımı düzenleyen 35. maddeye göre ise:“Tutuklu ve hükümlülerin muayenesi de öteki hastalarınki gibi, kişilik haklarına saygılı, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılır ve onların gizlilik hakları korunur. Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır.”
Hasta Hakları Yönetmeliği 5. maddenin c bendine göre: Sağlık hizmetinin verilmesinde, hastaların, ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç ve ekonomik ve sosyal durumları ile sair farklılıkları dikkate alınamaz. 21 m. d) Tedavisi ile doğrudan ilgili olmayan kimselerin, tıbbi müdahale sırasında bulunmamasını,” içerir.
İstanbul Protokolü de muayenelerinin mahremiyet ilkesine uygun yapılması zorunluluğunu düzenlemektedir. 124. paragrafa göre: Her alıkonulan, mahremiyetine saygı gösterilen bir ortamda muayene edilmelidir.
Türk Tabipler Birliği’nin Aralık 1994’te yayınladığı bildirgede de aynı şekilde, muayeneler sırasında hastaların kelepçelerinin açtırılması, klinik özgürlük koşullarına ve hasta haklarına uygun tam bir ortam sağlanması; bunun için muayene ortamlarında hasta ve sağlık personeli dışında kimse bulunmaması gerektiği düzenlenmiştir.
Tüm bu yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde Üçlü Protokolün gerek uluslararası gerek konu ile ilgili diğer ulusal düzenlemelere aykırı olduğu, mahremiyet hakkının bilhassa hükümlü hastalar bakımından, cezaevinde işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerine karşı daha da büyük önem kazandığı, bir hükümlü cezaevinde kötü muamele görmüş olsa bile bunu hekime çekinmeksizin aktarmasının çok zor olacağı, askeri görevlinin veya infaz koruma memurunun muayene sırasında hazır bulunmasının hasta hükümlü üzerinde ciddi bir baskı yaratacağı yönleri ile eleştirilmektedir.
Yasal düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere hekimin, tutuklu bir hastanın muayenesinin mahremiyet hakkına uygun bir şekilde yapılması için uygun koşulları sağlama konusunda sorumluluğu vardır. Ayrıca cezaevlerinde yaşanan ihlallerle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine açılmış ve sonuçlanmış davalar bulunmaktadır. Bahsedilen nedenlerle evrensel insan hakları güvencelerinin ve Türkiye’nin gözetmek zorunda olduğu uluslararası düzenlemelerin Protokol karşısında öncelikli olarak uygulanması ve hasta mahremiyeti hakkının tutuklu hastalar için de güvenceye alınması uygun olacaktır.
Hastanın bilgi mahremiyeti (sır) hususu da son zamanlarda yaşanan hızlı teknolojik gelişmeler nedeniyle oldukça önemli bir konu haline gelmiştir. Sır kelimesi Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde varlığı veya bazı yönleri açığa vurulmak istenmeyen, gizli kalan, gizli tutulan şey olarak tanımlanmıştır. Sır sadece belirli ve sınırlanabilir kişi grubu tarafından bilinen ve bunun açıklanmamasında hasta bakımından anlaşılabilir yani gerekçelendirilebilinir ve dolayısıyla korunmaya layık bir yarar bulunan, durum, olgu, vakıa olarak da tanımlanmaktadır
Anayasal koruma altında olan kişilik haklarının bir bölümünü oluşturan manevi kişisel değerler onur, saygınlık, özel hayat, giz çevresi, sır, özgürlük, ad, resim gibi değerlerden oluşmaktadır. Yargıtay’a göre sır, şahsiyet haklarından sayılmıştır. Kişinin hayatı, sağlığı, beden ve ruh tamlığı, düşünce uğraşısı, onur ve ünü, saygınlığı gibi varlıkların bütünü kişiliği oluşturur. Kişi özel hayat alanını ve hayatının gizli alanını oluşturan faaliyetlerinin başkaları tarafından izlenmemesini, kaydedilmemesini, bu durumlarına ilişkin bilgilerinin başkalarına aktarılmamasını isteme hakkına sahiptir. Sırların açıklanması insanın onurunu ve saygınlığını yakından etkiler. Bu nedenle kişiliğin özgürce gelişebilmesi için bireyin kendine ait kişisel verilerin sınırsızca toplanmasına, kaydedilmesine, kullanılmasına ve verilmesine karşı korunması gereklidir.
1981 yılında yayınlanan Lizbon Bildirgesi’nin 4. maddesinde “ hasta hekimden, tüm tıbbi ve özel hayatına ilişkin bilgilerin gizliliğine saygı duyulmasını bekleme hakkına sahiptir” denilmiştir.
1994 yılında Amserdam’da II. Avrupa Hasta Hakları Gelişme Bildirgesi’nin 4. maddesi Mahremiyet ve Özel Hayat başlığı altında olup; kişiye özel tüm bilgilerin ölümünden sonra bile korunması gerektiğini, bilgilerin kişinin rızası ve ya mahkemenin isteği üzerine açıklanabileceği, hastanın kendisine ait kayıtlara bakabilme, kopyasını alabilme , bilgilerin uygunsuz, eksik, çift anlamlı, eski olması veya tanı, tedavi ve bakım amacıyla ilgili olmaması durumunda bu bilgileri yenileme, daha açık hale getirme, bazı kısımlarını çıkarma, tamamlama, düzeltme hakkına sahip olduğu husus düzenlenmiştir.
1991’deki Birleşmiş Milletler Toplantısı’nda akıl hastalarını korumak ve akıl sağlığı bakımını yükseltmek için geliştirilen ilkeler arasında yer alan 6. ilke ile “Bu hizmetlerden yararlanan tüm kişilerin gizlilik hakkına saygı gösterilmelidir” denilmiştir.
Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın Kişisel Bilgilerin Korunması başlıklı 8. maddesinde göre:Herkes, kendisine ilişkin kişisel bilgilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir.
Dünya Hekimler Birliği’nin 1981 yılında düzenlediği Hasta Hakları Bildirgesi’nin Gizlilik Hakkı başlıklı 8. maddesine göre “ a) Hastanın sağlık durumu, tıbbi durumu, tanısı, prognozu ve tedavisi, kişiye ait diğer tüm bilgileri ölümünden sonra bile gizli tutulmalıdır. Bu açıdan tek ayrıcalıklı durum, hastanın ailesinin ve akrabalarının kendileri ile ilgili sağlık risklerini öğrenmeleri açısından bu bilgilere erişme hakkına sahip olabilmeleridir.
20 Nisan 2004 tarih ve 25439 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Biyotip Sözleşmesi’nin Özel Yaşam ve Bilgi Edinme Hakkı başlıklı 10. maddesine göre “Herkes, kendi sağlığı hususundaki bilgilerle ilgili olarak, özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Herkes, kendi sağlığı hususunda toplanmış her bilgiyi öğrenme hakkına sahiptir. Bununla beraber, bireylerin, bilgilendirilmeme istekleri de gözetilecektir.
Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 4. maddesine göre, “ Tabip ve diş tabibi, meslek ve sanatının icrası vesilesiyle muttali olduğu sırları, kanuni mecburiyet olmadıkça, ifşa edemez. Tıbbi toplantılarda takdim edilen veya yayınlarda bahis konusu olan vakalarda, hastanın hüviyeti açıklanamaz” şeklinde bir düzenleme olduğu görülmektedir.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin İlkeler başlığını taşıyan 5. maddesi, 20. maddesi, 21 ve 23. maddesi hastaya ait bilgilerin mahremiyetinin korunması hususunda düzenlemeler içermektedir.
Türk Tabipleri Birliği tarafından kabul edilen Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın Sır Saklama Yükümlülüğü başlıklı 9. maddesinde “Hekim, hastasından mesleğini uygularken öğrendiği sırları açıklayamaz. Hastanın ölmesi ya da o hekimle ilişkisinin sona ermesi, hekimin bu yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz. Hastanın onam vermesi ya da sırrın saklanmasının hasta ya da öteki insanların yaşamını tehlikeye sokması durumunda, hastanın kişilik haklarının zedelenmemesi koşuluyla, hekim bu sırrı saklamakla yükümlü değildir. Yasal zorunluluk durumlarında hekimin rapor düzenlemesi de, meslek sırrının açıklanması anlamına gelmez. Hekim, tanık ya da bilirkişi olarak mahkemeye çağrıldığında olayın meslek sırrı olduğunu ileri sürerek bu görevlerinden çekilebilir” denilmektedir.
Türk Tabipler Birliği’nin Meslek Etiği Kurallarının Tutuklu ve Hükümlülere Verilecek Tıbbi Yardım başlıklı 35. maddesinde “Tutuklu ve hükümlülerin muayenesi de öteki hastalarınki gibi, kişilik haklarına saygılı, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılır ve onların gizlilik hakları korunur. Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır” düzenlemesi mevcuttur.
Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 22 Haziran 2002 tarihli 1. Olağanüstü Genel Kurulu’nda karara bağlanan Ruh Hekimliği (Psikiyatri) Meslek Etiği Kuralları’nın Sır Saklama Yükümlülüğü başlıklı 6. maddesinde herhangi bir psikiyatrik muayene ve sağaltım altındaki kişiyle ilgili bütün bilgiler hasta-hekim ilkeleri çerçevesinde saklı tutulması gerektiği, ruh hekiminin kişi için yararlı olmadığını düşündüğünde, kişi izin vermiş de olsa bilgileri açıklamak zorunda olmadığı, gizlilik kuralı ancak hastanın kendisine ya da çevresine ciddi bedensel, ruhsal ya da ekonomik zarar verme olasılığı varsa bozulabileceği düzenlenmiştir.
Ruh Hekimliği (Psikiyatri) Meslek Etiği Kuralları’nın Kitle İletişim Araçları ve Sır Saklama Yükümlülüğü başlıklı 7. maddesinde Ruh hekimi, çalıştığı klinik ortamında hastaların kim olduklarının açıkça görülmesine yol açacak araçlarla (fotoğraf, video, TV, sinema vb) görüntü alınmasına ya da hasta kişilerle sesli, görüntülü ya da yazılı bir kitle iletişim aracında yayınlanmak amacıyla konuşma yapılmasına aracı olmamalı, izin vermemelidir” düzenlemesine yer verilmiştir
İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri İle Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 10. maddesinde de sağlık personeli ile ilgili sır saklama yükümlülüğü düzenlenmiştir.
Sır saklama yükümlülüğünün bazı istisnaları bulunmaktadır. Bunlar kişinin rızası, bir kanun hükmünü yerine getirme, yetkili bir makamın emrini yerine getirme, bilirkişilik, tanıklık ve zorunluluk hali olarak sıralanabilir. Bu haller dışında hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının sır saklama yükümlülüklerini ihlali halinde Türk Ceza Kanunu’nun Özel Hayatın Gizliliğini İhlal başlıklı 134 ve nitelikli haller başlıklı 137. maddesi gereğince cezai sorumluluğu ve hasta ile sağlık çalışanının arasındaki ilişkinin hukuki durumuna göre tazminat yükümlülüğü doğabilecektir.
(Ankara Barosu Sağlık Hukuku Kurulu Üyesi Pervin Yıldız, 4 Aralık 2014)